Bir Öğretmen Hikayesi
Dün gibi mi desem,hayal gibi mi desem.Öğretmenlik mesleğinde on yedinci yılımı da tamamladım.Her şey yeni gibi gözlerimin önünde parlak,canlı olarak duruyor.Sonbahar'ın son günleriydi.Esen rüzgarda,düşen sarı yapraklarda bir hüzün havası olur derler ama ben aksine heyecanlı,umutlu ve mutluydum.Yıl 1970,ay Kasım,gün Otuz;Hatay ili,Yayladağı ilçesi Sebenoba köyü...Ve Güneydoğu'nun şerha şerha yarılmış toprağının bağrında Diyarbakır güneşi-nin altın başak rengini almış ben,aydınlık ülkemin ay yıldızlı seherinde bir hazan günü,o en-gebeli arazide nar yanaklı çocuklarla bir gönül baharı yaşayacaktım.
Dört sütun üzerinde tek oda bir eve eşyalarımı yerleştirdim.Köyde iki öğretmen arkadaşım daha vardı.Günümün çok zamanı onlarla geçerdi.Okulda öğrencilerle koşar,gülenlerle güler,ağlayanların çenesini baş parmağımla tutar,kaldırır;gözbebeklerinden niye ağladıklarını anlamaya çalışırdım.Şiir yazan öğrenci oldu mu mutlaka getirir bana gös-terirdi.Okurdum,bazende yazdıklarına mısra katardım.Portakal rengine nar renginin karıştığı tenlerde parlak günlerin pırıltısını görür,yasemin gibi nilüfer gibi onları koklardım.Ve bir güzel koku gibi geldi geçti dört yıl...
İkinci görev yerim;Elazığ ili,Palu ilçesi,Bağgülü köyü...Uzun ve çetin süren kışlardan sonra en güzel baharı olan bir dağ köyüMircanYaylası'nın en hoş kokularıyla yazları insanı sermest eden bir dikenli gül gibi.Köye gittiğimde okul ve lojmanı inşaat halinde idi.Bir tek odaya yerleştirdi beni muhtar.Yerleştiğim evin karşısında harman yeri olan bir düzlük ,iki de söğüt ağacı vardı.Okul açılınca,okul inşaatı devam ettiğinden sallanan eski sıraları ve yazı tahtasını söğüt ağacının altına sıraladım.Resmi binaya taşınana kadar orda ders yaptım.Okul binası on beş hanelik Bülbül mezrası ile Bağgülü köyünün hemen hemen orta yerinde yapılıyordu.Oraya giden yanılmıyorsam sekizinci veya dokuzuncu öğretmendim ama resmi binada ilk kez uygulamaya geçilecekti.Bayrak,öğrenci kütük defteri ve mühür dışında teslim aldığım sallanan birkaç eski sıra idi.Lojmana taşındığımda kış iyice yaklaşmıştı.Okulu süratle düzenlemeye başladım.Köylü için ortaya çıkan bu muhteşem bina,lüks masa ve sıralar devlete karşı bir sempati uyandırıyordu.
Kütüğü incelediğimde kız öğrenci kaydı yoktu.Birinci yılda bunu sağlayamadım.Kaymakam ve İlköğretim müdürünün girişimleri de netice vermemişti.Muhtarla münakaşalarımız oldu.İşin kanuni yönünü dinlemiyorlardı."Burada ancak dağ kanunları geçer"diyen de oldu.Ama anlatmaktan bıkmadım,usanmadım.Kur'an ayetlerini,Hadis-i Şerifleri okuyarak "bilenlerle bilmeyenlerin bir olmadığını"ilimin kadına da erkeğe de farz olduğunu anlattım.Okuma-yazma'nın,bilginin önemini anlattım.Köyde cami ve imam da olmadığından dini eğitimden de yoksun kalmışlardı.Nihayet ikinci yılda altı kız öğrencinin kaydını yaparak okula devam etmelerini sağlamanın sevinci ban nasip olmuştu.
Okul tek derslikliydi.Hazırladığım en görkemli köşe;Atatürk fotoğrafı,Türk Bayrağı ve Türkiye Haritasının bulunduğu ön cepheydi.Nizamettin'den,Hayati'ye,Fehmi'den Resul'e kadar ışıl ışıl gözler...Ama haşin,sert tavırlar,disiplinsiz davranışlar,kimi zaman ürkeklik ve u-utangaçlık...Yerin mahrumiyeti,bina ve sıraların olmayışı eğitim öğretimin sağlıklı yürümesini engellediği içindir ki yirmi beş öğrenciden okuma-yazma bilen çok azdı.Beni zor çalışmalar bekliyordu.Fakat mükemmel bir bina ve ders aracı bana,öğrencilerime velilere de şevk ve heyecan telkin ediyordu.
Bir başka şeydi kış Bağgülünde.Geceler bitmek bilmezdi.Her gece bir evde toplanılır;eğlenceler,oyunlar tertiplenirmiş.Fakat yıllardır aynı oyunlar artık bir yerde köylüyü de bıktırmış.Benim isteğim ve iki üç köylü vatandaşın teşvikiyle on iki yetişkinle okuma-yazma kursu açtım.Karlı gecelerde yaz lambasının ışığı altında kara tahta başında ders yaptık.Biri lambayı tahtaya doğru tutar ben sıra ile ikişer öğrenci ile çalışırdım.
O kış çetin geçti ve uzun sürdü.Hayvanların yemi bitti.Evlerde un;gaz,yağ,çay şeker bitti,tüpler tükendi.Açlıktan ölen keçilerin bacağından tutularak atılıyordu.Açlıktan gözleri dönen kurtlar geceleri köy etrafında,okul ve lojman çevresinde fıldır fıldır dönüyorlardı.Benim de ihtiyaçlarım bitmişti.Çareler arıyordum.Çaresi zor diyordum.Greyder veya dozerle iki metrelik kar altında kalmış bir yolun açılması hayal bile edilemezdi.Duymuştum,kar maki-neleri varmış.Araştırdım,Elazığ'a ilk defa yeni üç adet kar makinesi gelmiş.Bu kadar ilçe,yüz-lerce köy bu makinelerden medet beklemektedir.Acaba bu makineleri verirler miydi?Yolları-mızı açmaya gücü yeter miydi?Komşu köy öğretmenleriyle irtibata geçtim.Onlarında çare ara-makla meşgul olduklarını gördüm.
-Muhtarla beraber valiliğe çıkalım,dedim.
-Olur dedi,öğretmen arkadaşlar.
Beş köyün muhtarını ve en az bir İhtiyar Heyeti üyesini de biz üç müdür yetkilisi öğretmenle Elazığ yolunu tuttuk.Sabahın çok erken saatlerinde kar donmuş olduğundan batma olmaz.Onun için erkenden yola çıkarak kütür kütür yürümeye başladık.
Kar makinelerinin çok güç alınabileceğini anladık.Bir dilekçe hazırlayarak yem ve yiyeceklerin tükendiğini,hayvanatın öldüğünü,bulaşıcı hastalığın baş gösterdiğini yazarak acil yardım talebinde bulunduk.Ertesi gün sabah saat 07.30'da yola çıkan kar makinesi akşam 19.30'da ancak benim köye varabilmişti ki ancak üç köyün yolu açılabilmişti.Kardan tipiden yolun tekrar kısa bir sürede kapanacağını tahmin eden köylülerden katırı,beygiri,atı alan Kovancılar ve Palu yolunu tuttular.İhtiyaçlar alındığı kadar alındı,kalanı kaldı.İki üç gün sonra tipi borandan yol yine aynı şekilde karla dümdüz oldu.Köylülerde feryat figan başladı."Aman hocam,yaman hocam..."On beş gün sonra tekrar bir muhtarla,aynı öğretmen arkadaşlarla vilayete giderek,dilekçe ile yalvarıp yakarmayla tekrar kar makinesini Bağgülü,
Bülbül,Yenidam ve Değirmentaş köyleri yoluna sokmayı başardık.Devlete,millete ve bize dua edenin haddi hesabı yoktu.
Şubat tatilinde baba evine gitmiştim.Tatil dönüşünde karın daha fena yağmış olduğunu öğrenmiş bulundum.Yollar tamamiyle kapalıydı.Fakat ben mutlaka görevime dönmeliydim.
Palu Kaymakamlığına çıktım.Kaymakam Bey'den jip istedim.
-Oraya jip nasıl çıkar hocam,dedi.
-Altıncı kilometrede Emirhan köyü var.Oraya kadar çıkabilirim efendim.Ötesinide yürüyerek gideriz.
-Olmaz öğretmen bey mümkün değil.Zaten elimizde jipte yok.Biri tamirde,diğeri Karakoçan ilçesine gitti.Sen geri dön.Hava iyi olunca geri dönersin.Amirin benim,birkaç gün daha izin veriyorum.
-Hayır efendim.Bir an evvel okulumu açmak ve öğrencilerime kavuşmak istiyorum,
dedikten sonra Kovancı'lara geldim.Orada bir iki köylü vatandaşı görüp,köye gidip gitmeyeceklerini sordum.
-Hocam sen delirdin mi, bu havada gidilmez.Kar çok var.Şimdi hava açık ama güvenilmez.Tipi borana tutulursak boğuluruz,donar ölürüz,dediler.
Fakat ben kim ne derse desin bir elimde tüfek,bir elimde file yanımda hamile eşim gidecektim.Kar,tipi boran dinmezse de ben gidecektim.Kararımın kesin olduğunu gören iki köylü vatandaş :
-Hocam seni böyle yalnız bırakmayız.Mecburi geleceğiz.Yoksa kurda yem olursunuz,ya da bir yerde donar kalırsınız dediler.
Yola koyulduğumuzda hava parçalı bulutluydu.Tahminen kırk beş dakika yürüdükten sonra kar yağışı başladı.Rüzgar esiyordu.Biz yürüdükçe inadına sanki hava sertleşiyordu.Ni-hayet görüş mesafesi azaldıkça azaldı.
-Hocam geri dönelim mi?Dediler.
-Bunca yol alındıktan sonra geri mi dönülür?Emirhan veya Bilar köyüne kendimizi atalım,orda istirahat edelim.Hava düzelirse devam ederiz.
-Emirhan köyüne gidemeyiz.Tipiden yolu çıkamayız,tehlikeye gireriz.Dere boyuna inersek,dere kuytudur ve yolumuzu da şaşırmadan dereyi takip ederek Bilar'a varırız.dedi birisi.
-Peki diyerek dere boyuna indik ve ilerledik.Kış bütün şiddetiyle üzerimizdeydi.Çok iyi giyinmemize rağmen gitgide soğuktan adeta donmak üzereydik.Ellerimde eldiven olduğu halde parmaklarımın rahat çalışmadığını,hatta çok zor kımıldadığını gördüm.Hanımım mosmor kesilmişti.Gayret ha gayret diyerek kolunu çekiyordum.Bir kurt çıkarsa acaba tüfeği doldurup ateş edebilirmiyim diye düşündüm.Denemek istedim,maalesef ellerim,parmaklarım adeta donmuştu.Saatime baktım çalışmıyordu.Eşimin saatini sordum o da çalışmıyordu.Köylülere sordum,saatlerinin durduğunu söylediler.Demek ki saatler donmuştu.Eşim çok zor yürüyordu.Direnmek lazımdı.Yola girmiştim bir kere,okulum öğrencilerim beni bekliyorlardı.Hayatın anlamı;soğukta,tipide,karda rüzgarda düğümlenmiş,gayret,sabır,metanet geçerli tek şey olmuştu.
Uzaktan köpek sesleri geliyordu.Kulak kabarttım.Yayan on,on beş dakikalık yoldan ancak geliyordu bu sesler.Demek köy yakındı.
-Hele şükür dedi birisi.
Sisin pusun ardında köy arkeolojik bir harabe gibi görünmeye başladı.Bir hayal dünyasına girer gibi oldum.Artık geçmişi düşünemiyordum.
-Celal Ağa'nın konağına gidelim dedi yolcu arkadaşlardan biri.Celal ağa , ağa değildir.Gönlü gibi geniş bir konağı, üç tane oğlu ve gelini var.Tanısın tanımasın,bilsin bilmesin gelen her yolcu, her misafir onun konağına gider.Cömert, mert bir adamdır.Konağa çıktığımızda hemen bizi karşıladılar.İçeriye girmek isterken boy ve ayakkabılarımızın çıkmadığını, çoraplarla beraber donduğunu gördük.
-Olsun,öylesine girin içeri,birazdan buzları erir,çıkar dediler.Kendimize geldikten sonra sobalı odaya aldılar.Arkasından da çörekli,börekli,yufka ekmekli,kavurmalı sofrayı önümüze koydular.Evi gibi gönlü de geniş bu adamın,fevkalade bir zenginliği yokmuş ama gönlü zengin mi zengin ve de gözü tokmuş.
Konağın bir tarafına o gece hanımlar,diğer tarafına beyler dolmuştu.Gelenekmiş,bir misafir geldi mi hoş geldine gelirler,o gece oyunlar,eğlenceler tertiplenir,menkıbeler anlatı-lırmış.yerine göre de misafirlerden yeni şeyler öğrenmek isterlermiş.
Sabah erkenden Celal Ağa'ya çocuklarına ve Bilar'a nezaketlerinden,misafirperverliklerinden dolayı binbir teşekkürle ayrıldık.
***
Birdenbire telefonun zili çaldı.Anılarımdan,tipili,dağdağalı günlerimden beni uyandırdı.Bağgülü köyü şimdi çok uzaklardaydı.Yolları yeniden düzenleniyor,içme suyu halledilmek üzereydi.Taştan ve çamurdan bir cami de yapmışlardı.İmam da atanmıştı.Beraber kısa bir süre çalıştık.Yaptığımız en önemli ilk mücadele başlık davasıydı.
Ahizeyi kaldırdım:
-Efendim Merkez Uzundere İlkokulu...
Telefon santral ve hatlarının değişmesi münasebetiyle hat ekiplerince yeni telefon numaramız bildirilerek deneme yapıldığı söylendi.
-Hayırlı olsun,dedim kapattım.
Yine o dağların ve fırtınaların içine girdim.telefon,elektrik televizyon hayal bile edilemeyen nimetlerdi.Teyp ve radyo en lüks aracımızdı.Fakat kitap okumaya geniş zamanımız vardı.
Bağgülü'nden sonra eşim ve çocuklarımla İzmir Bornova ilçesi Eğridere Köyünde,duralitle bölünmüş,haşere ve farelerin cirit attığı bir tek odada geçireceğim iki yıllık daha çilem varmış.Orada da içilecek suyum,yapacak hizmetim varmış.
Elimdeki evrakların kaydını bitirdim.Okulların açılmasına az kaldı.Sabırsızlıkla bekliyorum.Okul müdürlüğü görevim münasebetiyle bu yaz senelik izin kullanmadım.Çünkü okulu çok seviyorum.Daktilo başına geçerek öğrenci listelerini çıkarıyorum:Aslı Gül Kaya,
Muharrem Demir,Yasemin Dal,Ahmet Okan...
On yedi senem doldu.Bunun yedi senesi İzmir Merkez Küçükkaya köyünde geçti.Mu- kaddes yedi sene.Öğretmen,muhtar,imam üçlüsünün diyalog ve elbirliği ile hizmetlerin mey- ve verdiği yedi yıl.Köy yolu dokuz kilometre kısaltıldı.Mükemmel bir cami ve minaresi yapıl-dı.Okulun bahçesi müthiş bir güzellik kazandı.Rahmetli Ömer Ali amcayla aşısını yaptığımız dut ve kayısıların,çekirdekten diktiğim şeftalinin meyvesini yiyerek öyle ayrıldım.Doktor,mühendis,avukat talebem çıkmadı ama bayrağın al rengi gönüllere,Hilal ve yıldızı gözlere sevgi çiçeği gibi nakşoldu.On yedi senenin sonuna kadar;
Bademin ak çiçeği
Sümbüldeki kokusun
Yeryüzünün saf meleği
Sevimli şirin çocuk...Dedim.
Yıllarca ücra dağ köylerinde bayrağı dalgalandıran tek mektepli bendim.Eylülde okullar açılacak.Öğrenciler dolduracak bahçemizi...Dersliklerde Türkiye'yi soluyacaklar.Bilgiyle donanacak kafaları.Ve ben bir çok seneler daha sevgili öğrencilerim,yavrularım diyeceğim.saçlarımda ak,alnımda kırışıklıklar ihtiyar bir bedenle elveda derken okul hayatına belki de ağlamaların en büyüğü tutacak beni...
(Naci Gümüş-Millî Eğitim Dergisi, Sayı:103-yıl:1990)
cok güzel ülkemizin sizn gibi ögretmenlere ihtiyacı varrrrrr harikasınızzz
YanıtlaSil