01/01/2013 - 02/01/2013

Matematik ve Ritim



Pisagor teoremini kanıtlayan Pythogoras hakkında bir öykü…

Pytho bir gün bir demirci dükkanının önünden geçiyordu. Örse vuran çekiçlerin çıkardıkları ahenkli sesler ilgisini çekti ve durup dinlemeye başladı. 5 demirci çalışıyordu ve her birinde farklı büyüklüklerde çekiç vardı.

Pytho çekiçlerden düzenli olarak çıkan seslerin bir müzik parçasına benzediğini duyup hayret etti. Dinledikçe fark etti ki, her çekicin ağırlığının farklı olması, örse vurduklarında değişik notalardan ses vermesini sağlıyordu. Çekiç ne kadar ağırsa nota o kadar düşüktü. Sonra bir çekicin seslerin ahengini bozduğunu fark etti. Demircilerden çekiçleriyle bir deneme yapmak için izin istedi. Demirciler kabul etti.

Her çekici dikkatle tarttı. Ahengi bozan çekicin basit bir sayı düzenine uymayan ağırlığa sahip olduğunu buldu. (Diğer çekiçlerin ağırlıkları, bir sayı dizisi oluşturacak şekildeydi.) İncelemelerine devam ettikçe, farklı büyüklüklerdeki çekiçlerle bir müzik skalasını nasıl oluşturabileceğini öğrendi. Bu, bir matematikçi tarafından müzikte yapılan en büyük ve en eski keşiflerden biriydi.

Kültürel Olarak Öğretmenlik Mesleğine Bakış


Bu önemli başarının ardındaki bir başka gerçek Fin toplumunun öğretmenlik mesleğine bakışı ile ilgilidir (Malaty, 2006). Finlandiya’da otoritelerin, politik liderlerin, ailelerin ve öğrencilerin öğretmenlere ve okullara olan güveni tamdır (Sahlberg, 2007). Kutsal bir görev kabul edilen okuma ve yazma öğretiminin kilisenin sorumluğundan 1921’de okullarda sınıf öğretmenlerine devredilmesiyle bu görevi üstlenen öğretmenler toplumun büyük saygısını ve takdirini kazanmış ve zamanla toplumun önünde onlara yol gösteren bir ışık olarak algılanmasına neden olmuştur (Simola, 2005). Finlandiya’da toplumunun çocuk ve gençlerin gelişmesine olan büyük ilgisi öğretmenleri hayatın en önemli karakterlerinden biri haline getirmiştir (Malaty, 2006). Öğretmenlik yüksek statülü ve orta gelir seviyesinin üstünde bir meslek olup liseden mezun olan en başarılı öğrencilerin tercih ettiği programların başında gelir (Valijarvi et al., 2002; Westbury et al., 2005). Öğretmen mesleğinde aktif, özgür ve aynı zamanda sorumludur. Ulusal müfredatın ışığında her öğretmen kendi müfredatını geliştirmekte ve okutacağı kitabı seçmekte özgürdür (Malaty, 2006). Okullarda yaptıkları öğretim herhangi bir denetleme veya kontrole tabi değildir (Simola & Hakala, 2001). Yapılan çalışmalarda öğretmenlerin büyük çoğunluğu yaptığı işi sevdiğini ve bundan zevk aldığını ifade ederken (Santavirta et al., 2001; aktaran Simola, 2005), benzer şekilde bu okullara giden öğrencilerin aileleri de gerek okullarda verilen öğretimden gerekse de kendileri ile yapılan işbirliğinden memnuniyetini bildirmişlerdir (Raty et al., 1995; aktaran Simola, 2005).
Fin toplumunda olduğu gibi Türk kültüründe de uzun yıllar öğretmenlik kutsal bir görev kabul edilip toplumda saygın bir meslek olarak görünmesine rağmen son yıllarda bu algı yavaş yavaş değişmeye başlamıştır. Günümüzde öğretmenlik iş garantisi olan tatilin çok olduğu rahat bir meslek olarak düşünülmeye başlanmıştır. Ekonomik sebeplerden dolayı lise mezunu öğrenciler arasında öğretmenlik özellikle istenen ve tercih edilen bir meslekten olmaktan ziyade “hiç bir şey olamazsam öğretmen olurum” veya “boşta kalmamak” amacıyla öğrencilerin ÖSS tercihlerinin alt sıralarında yer alan bir meslek haline gelmiştir. Bir başka deyişle, Türkiye’de öğretmen yetiştirme programları Finlandiya’nın tam tersine motivasyonu düşük ve başarısı çok daha az öğrenciler tarafından doldurulmaktadır. O halde ekonomik olarak Türkiye’deki öğretmenlerin durumunun düzeltilmesi kültürel olarak toplumun içinde öğretmene karşı zaten var olan saygı ve güvenin kısa zamanda yeniden oluşmasını sağlayacaktır


Posted via Blogaway

Sonu Olmayan Dünyalar





1950'lerde Hugh Everett 'Çift Yarık Deneyini' radikal bir biçimde ele aldı. O dönemde bu bakış açısı çok alaya alınmıştı, ama bugün destek bulmaktadır. Fikir basittir. Bir kuantum parçacığı ne zaman bir tercihle karşı karşıya kalsa yeni dünyalar oluşur: Bütün seçeneklerin gerçekleştiği dünyalar.

Everett'in fikrinin neden alayla karşılandığını anlamak kolaydır: Bir yıldızdan bir fotonun püskürtüldüğü ya da insan retinasındaki bir atomun bir foton emdiği her seferde bir dünyanın yaratıldığı fikrini kim hazmedebilir ki? Bunların her ikiside bir kuantum parçacığının diğeri tarafından hazmedildiği kuantum olaylarıdır. Sırf gökyüzüne baktığımız için yeni bir evrenin mecburen varlık bulduğuna gerçekten inanabilir miyiz? Everett Bu fikri yayınlamasından kısa bir süre sonra fiziği bırakmıştır; fakat yine de bir dizi destekleyici bulmuştur. Bunun sebebi her ne kadar tuhaf görünse de büyük ölçüde aslında kuantum dünyasının tuhaflığına makul bir çözüm öneriyor olmasıdır.

Everett'in bir çok dünyanın varlığını öngören yorumuna göre, elektron iki yarıktan birinden geçme seçeneğiyle karşı karşıya kaldığında bir süper pozisyon durumu almaz; ama dünyayı ikiye böler. Bir dünyada sol yarıktan geçer. Diğer dünyada sağdaki yarıktan geçer. Farklı dünyaların hiç bilincinde olmasak da elektronlar gibi kuantum parçacıkları bu bölünmenin öte yakasında farklı dünyaların etkisini hisseder. Gördüğümüz örüntü, farklı dünyalardaki elektronlar arasındaki karışımın bir sonucudur. Bu bakış açısına göre, bizim gerçeklik olduğunu düşündüğümüz şey, her biri diğerinden biraz daha farklı olan sonsuz sayıda gerçeklikten yalnızca biridir. Ve bu gerçekliklerin her biri sizin bir versiyonunuzu içerecektir.

Çoklu Dünyalar yorumu fizikçiler arasında yavaş yavaş büyüyen bir desteğe sahiptir; 1995'te kuantum kuramıyla ilgili bir konferansta katılımcı fizikçiler arasında gerçekleştirilen bir yoklamada katılımcıların yüzde 60 ının bu yorumun kuramın doğru yorumu olduğuna inandığı görülmüştür.

(Michael Brooks / FİZİK)

En Başarılı 90 Öğrenci


San Francisco Körfezi’ndeki bir okulda, okul müdürü üç öğretmeni çağırıp şöyle demiş:

“Siz üç öğretmen, sistemde en iyi ve en uzman kişiler olduğunuz için, doksan tane seçkin üstün zekalı öğrenciyi size vereceğiz. Bu öğrencilerin gelecek yıl da hızlarını korumalarını sağlamanızı ve çok şey öğrenmelerini bekliyoruz.”

Üç öğretmen, öğrenciler ve öğrencilerin anne ve babası bunun çok iyi bir fikir olduğunu düşünmüşler. O okul dönemi, hepsinin özellikle hoşuna gitmişti. Okul bittiği zaman öğrenciler bütün San Francisco Körfez'indeki diğer öğrencilere göre yüzde 20–30 daha başarılıydı. Yıl sonu geldiğinde müdür üç öğretmeni çağırıp onlara:

“Bir itirafta bulunmak istiyorum. En zeki öğrencilerin 90’ı sizde değildi. Onlar ortalamanın biraz üstünde öğrencilerdi. 90 öğrenciyi sistemden tesadüfen seçtik.”

Öğretmenler, doğal olarak öğrencilerde görülen başarının kendi istisnai öğretme becerilerine bağlanması gerektiği sonucuna vardı.

“Bir itirafım daha var.” dedi müdür: “Siz de en parlak öğretmenler değilsiniz. İsimlerinizi bir şapkanın içine doldurduğum kâğıtların arasından rastgele seçtim. SİZ İNANDIĞINIZ İÇİN BAŞARILI OLDUNUZ.”