Üstün İnsan


Friedrich Nietzsche, alçakgönüllülüğü “köle ahlakı” olarak eleştirir ve insanların kendi değerlerini bastırarak başkalarının önünde kendini küçültmelerini reddeder. 

Nietzsche’ye göre, alçakgönüllülük, insanları zayıflık ve boyun eğme içinde tutan bir kavramdır. Ona göre, insanlar gerçek potansiyellerine ulaşmak için kendilerini küçültmemeli, güçlerini ve tutkularını özgürce ifade etmeli ve kendilerini yüceltmelidir. 

Nietzsche’nin düşüncelerinde, insanların kendilerine güvenmeleri, kendi değerlerini yaratmaları ve kendilerini üstün görmeleri önemlidir. Ona göre, “üstinsan” olarak adlandırdığı ideal insan, alçak gönüllülüğü reddeder ve kendi değerlerini yaratma ve ifade etme özgürlüğüne sahiptir.

Zulüm Üzerine


Bil ki, zulüm ve haksızlıkla insanların mallarını ellerinden almak, onların çalışıp kazanarak mal elde etme emellerini yok eder. Çünkü çalışıp kazanarak elde ettikleri malların, zorla ellerinden alınacağını bilirler. İşte bu sebeple çalışıp kazanma emellerini kaybettikten sonra ellerini işten güçten çekerler. Halkın işi gücü bırakması, uğradıkları hak­sızlığın oranıyla bağlantılıdır. Eğer haksızlık çok ve bütün alanlan kapsayacak derecedegenelse, çalışmayı terk etmek de bütün bu alanlan kapsayacak kadar genel olur. Ancak haksızlık basit olursa, çalışmayı terk etmek de ona uygun bir oranda olur.

Toplumun kalkınmışlığı ve piyasaların canlılığı, insanların kazanç elde etmek için ortaya koydukları gayret ve çalışmalarla orantılıdır. İnsanlar geçimlerini sağlamak için çalışmazlar ve ellerini işten güçten çekerlerse, piyasalar durgunlaşır ve insanlar geçimlerini temin etmek için başka yerlere göç ederler. Böylece o ülkenin sakinleri azalır, evler boşalır, şehirler harap ve viran olur. Sonuçta bütün bunlara bağlı olarak devletin ve hü­kümdarın durumu da bozulur. Çünkü devlet, Umranın (toplumun) bir göstergesi oldu­ğundan, esas madde bozulduğunda, zorunlu olarak kendisi de bozulur.

"Ey hükümdar! Buraları (harap ve viran olmuş köyleri) sen zayi ettin. Bu köyleri, oraları işleyip imar eden sahiplerinin elinden çekip aldın. Oysa onlar, vergi aldığın kim­selerdi. Sonra buraları kendi yandaşlarına ve çevrene verdin. Onlar buraları işleyip imar etmediler. Hükümdara olan yakınlıklarından dolayı vergi ödememelerine müsamaha edildi. Sonra arazileri işleyip imar eden ve vergi ödeyen diğer insanlardan geriye kalmış olanlara da zulüm ve haksızlık edildi. Onlar da arazilerinden ve köylerinden ayrılıp yurt­larını boşalttılar. Başka yerlere gidip oralara yerleştiler. Böylece üretim azaldı, köyler bo­şalıp harap oldu, gelirler düştü, askerler ve halk helak oldu. Civar devletlerin hükümdar­ları da, devleti ayakta tutan esas maddenin yok olduğunu bildikleri için, Fars ülkesine göz diktiler."

Bu sözleri duyan hükümdar, devlet işleriyle ilgilenmeye başladı. Arazileri yakın çevresinin elinden alıp, yeniden eski sahiplerine iade etti. Vergileri de eski seviyelerine in­dirdi. Arazilerine kavuşan insanlar topraklarını imar edip işlettiler, durumlarını düzeltti­ler, verim arttı ve vergi gelirleriyle de devletin malları çoğaldı. Böylece ordu güçlendi,düşmanların ümitleri kayboldu ve sınırlar askerlerle doldu. Hükümdar devlet işleriyle bizzat kendisi ilgilenmeye başladı. Sonuçta devletin işleri düzene girdi ve hükümdarlığı döneminde her şey güzel oldu.

Büyük şehirler ve ülkelerde böyle zulüm ve haksızlıklar olsa bile oraların harap olup yıkılmayacağını sanma. Bil ki, yıkımın gerçekleşmesi, ancak uygulanan zulüm ile o şehir ve ülke halkının durumu arasındaki etkilenme oranına bağlıdır. Eğer ülke çok büyük, nüfusu çok kalabalık ve halk da darlığa düşmeyecek kadar genişlik ve bolluk için­ deyse, zulüm ve haksızlığın yol açacağı eksilme basit olur. Çünkü eksilme kademe kade­me gerçekleşir. Şehrin büyüklüğü ve işlerin çokluğundan dolayı fark edilmeyen bu eksik­liğin etkileri belirli bir süre sonra ortaya çıkar. Ancak ülkenin harap olup yıkılmasından önce, zulüm ve haksızlık eden devlet kökünden yıkılıp, yerine başkası gelebilir, zulüm ve haksızlığı kaldırıp ülkenin durumunu düzeltebilir. Böyle bir durumda eksilme ve ülkenin gerilemesi neredeyse hiç hissedilmez. Ancak böyle bir şeyin gerçekleşmesi çok nadirdir.

Bu açıklamalardan da anlaşılıyor ki, zulüm ve haksızlığın, toplumun gerilemesine ve gelirlerinin azalmasına yol açacağı kaçınılması mümkün olmayan bir durumdur. An­cak sonuçta bunun zararını yine devlet çeker.


Mukaddime - İbn'i Haldun

Ahlakın Gayesi


“ Aklım beni hükümlerimde kararsız olmaya zorlar­ken, işlerimde kararsız kalmamak ve böylece elimden geldiği kadar bahtiyar yaşamak için üç veya dört düs­turdan ibaret eğreti bir ahlâk kabul ettim. ”Elinden geldiği kadar bahtiyar yaşamak için ka­bul ettiği bu eğreti ahlâkın kuralları şunlardır:

1 — “ Birincisi, Tanrının çocukluğumdan beri için­de yetişmeme lütuf ve inayet buyurduğu dine sağlamca bağlı kalarak, memleketimin kanun ve âdetlerine itaat etmek, başka her şeyde de, kendimi, birlikte yaşıyacağım kimselerin en akıllıları tarafından umumiyetle amel olunan en ölçülü ve aşırılıktan en uzak kanaatlere gö­re idare etmekti.

2 — İkinci düsturum elimden geldiği kadar işle­rimde karar ve sebat sahibi olmak ve en şüpheli ka­naatleri bile, bir defa kabule karar verdikten sonra, pek emin ve şaşmaz kanaatlermiş gibi ,daima sebatla takip etmekti.

3 — Üçüncü düsturum, daima talihten ziyade ken­dimi yenmeye ve dünyanın düzeninden çok kendi arzula­rımı değiştirmeye ve umumiyetle düşüncelerimizden başka hiç bir şeyin tamamiyle elimizde olmadığına, do­layısıyla dışımızda olan şeyler hakkında elimizden ge­leni yaptıktan sonra, gücümüzün yetmediği bütün şey­lerin, bizim için, mutlak olarak imkânsız olduğuna inan­maya alışmaya çalışmaktı.

4 — En sonra da bu ahlâka sonuç olarak, insanla­rın bu hayatta yaptıkları türlü işleri, içlerinden en iyi­sini seçebilmek için, bir gözden geçirmek istedim ; baş­kalarının meşguliyeti hakkında bir şey söylemek iste­mem; fakat kendime gelince, yaptığım işte, yani bütün hayatımı aklımı işletmeye ve kabul ettiğim metodu gü­derek gücümün yettiği kadar hakikatin bilgisinde ilerlemeye hasretmekte devam etmekten daha iyi bir şey yapamıyacağıma inandım.” 

Böylece, ona göre ahlâkın en son gayesi, bize yalnız bilgeliğin verebildiği, üstün iyidir. “ îman ışığının yardımını aramaksızın yalnız tabiî akıl ile düşündüğümüzde görüyoruz ki, bu üstün iyi hakikatin ilk nedenlerle bilinmesinden, yani bilgelikten başka bir şey değildir.” Bize üstün iyiyi veren bilgelik, onunla bizi saadete de sahip kılar; böylece, bilgeliğin meyvası olan saadet, apaçık olarak, felsefenin ve felsefeyi de sona erdiren tem elli ahlâkın tamamlanmasını gerektirir. Fakat, eksik ve eğreti ahlâkın bizi eriştiremediği mesut bir hayatın bulunmadığı yerde, hiç olmazsa elimizden geldiği kadar bahtlı yani tabiî ve İçtimaî muhitimize mümkün olduğu kadar uyan bir hayat sürmeyi deniyebiliriz. O halde, eğreti ahlâkın asıl işi bizi, saadete kadar götürmek değil, bu intibakı sağlamaktır.

Ahlak Üzerine Mektuplar - Descartes

Solarsaz


Güneşte meydana gelen manyetik patlamalar, güneşteki manyetik dalgaların yüksek enerjili parçacıklarını Dünya'ya doğru yaymasına neden olabilir. Bu parçacıklar, Dünya'nın atmosferine ulaştıklarında, atmosferdeki molekülleri ve atomları etkileyebilir ve elektronları çıkartarak radyasyon yayabilirler.

Manyetik patlamaların Dünya üzerindeki etkileri, patlamanın büyüklüğü ve Dünya'ya ulaşan parçacıkların enerjisi gibi faktörlere bağlıdır.



Büyük manyetik patlamalar sırasında, Dünya'nın atmosferinde gösterişli ışık gösterileri oluşabilir ve radyo dalgalarının yayılımında bozulmalar olabilir. Bu etkiler genellikle geçicidir ve Dünya'nın yüzeyinde herhangi bir zararın oluşmamasına rağmen, uzay araçları ve uzay istasyonları gibi yüksek enerjili parçacıkların etkisine maruz kalabilirler.

Güneşte meydana gelen manyetik patlamalar, solarsazlar olarak adlandırılır ve güneşteki manyetik aktivite döngüsüne göre meydana gelirler. Solarsazlar, güneşteki manyetik alanın değişikliklerine ve güneşteki birçok fenomenin ortaya çıkışına neden olur.

Güneşte meydana gelen en büyük solarsaz, 1859 yılında meydana gelmiştir ve "Carrington olayı" olarak adlandırılır. Bu olay sırasında, güneşteki bir manyetik patlama sonucu, Dünya'ya ulaşan parçacıklar nedeniyle, güneşe bağlı ışık gösterileri gözlemlenmiş ve radyo dalgalarının yayılımında bozulmalar oluşmuştur. Bu olay bugüne kadarki en büyük solarsaz olarak kabul edilir ve benzer bir olayın tekrar gerçekleşmesi halinde, modern teknolojinin çok ciddi etkilenme riski olduğu düşünülmektedir.Bu manyetik patlamaların büyüklüğü hangi birim ile nasıl ifade edilir?
Güneşteki manyetik patlamaların büyüklüğü, güneşteki manyetik alanın değişikliklerine göre ölçülür ve bu değişiklikler, solarsaz indeksi olarak adlandırılan bir birimle ifade edilir. Solarsaz indeksi, güneşteki manyetik alanın Dünya'ya ulaşan parçacıkların yoğunluğuna göre ölçülür ve genellikle günlük ortalama değerler olarak verilir.

Solarsaz indeksi, 0 ile 9 arasında değişen bir skalada ölçülür ve patlamanın büyüklüğü, solarsaz indeksinin değerine göre sınıflandırılır. Örneğin, solarsaz indeksi 0 ile 2 arasında olan patlamalar küçük solarsazlar olarak adlandırılırken, solarsaz indeksi 8 ile 9 arasında olan patlamalar ise büyük solarsazlar olarak kabul edilir.

Güneşteki manyetik patlamalar, güneşteki manyetik döngüsünün bir parçasıdır ve bu döngü yaklaşık 11 yıl sürer. Güneşteki manyetik aktivite döngüsünün belli dönemlerinde, manyetik patlamalar daha sık meydana gelirken, diğer dönemlerde ise daha az sıklıkta meydana gelirler.

Güneşteki manyetik patlamaları takip etmek için, NASA'nın Solar Dynamics Observatory (SDO) gibi araçları kullanılır. Bu araçlar, güneşteki manyetik aktiviteyi izler ve manyetik patlamaların büyüklüğünü ölçer. Eğer merak ettiğiniz manyetik patlamanın büyüklüğünü öğrenmek istiyorsanız, bu araçlardan birine ulaşarak bilgi edinebilirsiniz.

Mekan Algısı


Körlerden birine, Özgürsün, diyorlar, onu dış dünyadan ayıran kapı açılmış, Haydi git, özgürsün, diyorlar yeniden, yerinden kıpırdamıyor, sokağın ortasında hareketsiz duruyor, onun gibi ötekiler de korku içinde, nereye gideceklerini bilemiyorlar, çünkü tanım olarak akılcı, kusursuz bir labirent olan deliler evinde yaşamak ile bir rehberin elini ya da bir köpeğin tasmasını tutmadan kentin çılgın labirentinde, belleğin bize o kentin farklı yerlerinin yalnızca imgesini gösterebileceği, ama oralara ulaşmada hiçbir yardımının dokunamayacağı o labirentin içinde kendini tehlikeye atmak arasında hiçbir bağ kuramıyorlar. Şimdi bir uçtan ötekine alevler içinde yanan binanın önünde çakılıp kalmış körler yangının oluşturduğu şiddetli sıcak dalgasını yüzlerinde duyumsuyorlardı, bu sıcak hava onları bir bakıma, daha önce çevrelerini saran, aynı zamanda hem hapishane hem barınak olan duvarlar gibi koruyordu. Birbirlerinden birbirlerine sokulmuşlar, kimse kara koyun olmak istemiyor, çünkü hiçbir çobanın peşinden onu aramaya gelmeyeceğini önceden biliyor. Alevler giderek canlılığını yitiriyor, ay ışığı yeniden ortalığı ağartmaya başlıyor, körler kıpırdanmaya başlıyor, Burada sonsuza kadar kalamayız, diyor içlerinden biri. Biri, gündüz mü, gece mi olduğunu soruyor, yersiz gibi görünen bu merakın nedenini herkes hemen anlıyor, Belki de yiyecek bir şeyler getirirler bize, kim bilir belki bir aksaklık ya da gecikme olmuştur, bunu daha önce de birçok kez yaşadık, İyi ama askerler artık burada değil ki, Bunun bir anlamı yok, belki de artık onlara gerek kalmadığı için gitmişlerdir, Anlamıyorum, Örneğin, hastalığın artık bulaşma tehlikesi kalmamıştır belki, Belki de yakalandığımız hastalığa bir ilaç bulmuşlardır, Harika olurdu bu, evet bu harika olurdu, Ne yapıyoruz, Ben gün doğuncaya kadar burada kalıyorum, Günün doğduğunu nereden anlayacaksın, Güneşten, güneşin sıcaklığından, Hava kapalı olmazsa tabii, Bekleye bekleye sonunda günü doğdururum. Yorgunluktan tükenen birçok kör yerlere oturmuş, daha da bitkin başkaları kendilerini oldukları gibi yere bırakıvermiş, bazıları da bayılmıştı, gecenin serinliği onları olasılıkla kendine getirir ama emin olduğumuz bir şey varsa, o da, harekete geçmek gerektiğinde bu zavallılardan bazılarının yerinden kalkamayacağı, koşunun bitmesine üç metre kala yere yığılan maratoncu gibi, güçleri ancak buraya kadar yetti, sonuç olarak açıkça gördüğümüz şey, her insanın yaşamının vaktinden önce sona erdiği. Körler, askerlerin ya da başkalarının, örneğin Kızılhaç elemanlarının, kendilerine yiyecek ve yaşamaları için gerekli daha başka şeyleri getirmelerini bekliyorlardı, ne var ki onlar da şu anda oturmuş ya da yatar durumdaydılar, onlar umutlarını biraz daha geç yitirecekler, aradaki tek fark bu. Ve öyle görünüyor ki, körlüğümüzü geçirecek bir ilacın bulunduğuna inanan kişi içimizdeki en mutlu kişi.

Körlük - Jose Sarmago

Soluk Mavi Nokta


Uzayın derinliğinden bu resmi çekmeyi başardık. Eğer bu resme dikkatlice bakarsanız orada bir nokta göreceksiniz. O noktaya tekrar bakın. Bu nokta bizim evimiz. O biziz. Sevdiğiniz ve tanıdığınız, adını duyduğunuz, yaşayan ve ölmüş olan herkes onun içinde bulunuyor. Tüm neşemizin ve kederimizin toplamı, binlerce birbirini yalanlayan din, ideoloji, ve iktisat öğretisi; insanlık tarihi boyunca yaşayan her avcı ve toplayıcı, her kahraman ve korkak, her medeniyet kurucusu ve yıkıcısı, her kral ve çiftçi, her aşık çift, her anne ve baba, her umut dolu çocuk, her mucit, her kâşif, her ahlak hocası, yozlaşmış her politikacı, her şöhret yıldızı, her "yüce önder", her aziz ve günahkâr işte orada yaşadı; bir güneş ışınında asılı duran o toz zerreciğinin içinde.


Dünya, dev bir evrensel arenada yer alan çok küçük bir sahnedir. Bütün o komutan ve imparatorların akıttıkları kan göllerini düşünün ... şan ve şöhret içerisinde, bu noktanın küçük bir parçasında kısa bir süre için efendi olabildiler. Bu noktanın bir köşesinde yaşayanların, başka bir köşesinde yaşayan ve kendilerinden zar zor ayırt edilebilen diğerleri üzerinde uyguladıkları zulmü düşünün ... anlaşmazlıkları ne kadar sık, birbirlerini öldürmeye ne kadar istekliler, nefretleri ne kadar da yoğun!

Bu soluk ışık noktası, bütün o kasılmalarımıza, kendi kendimize atfettiğimiz öneme ve evrende öncelikli bir konuma sahip olduğumuz yolundaki yanlış inancımıza meydan okuyor. Gezegenimiz, çevremizi saran o büyük evrensel karanlığın içerisinde yalnız başına duran bir toz zerreciğidir. İçinde yaşadığımız bilinmezlik ve bütün bu enginliğin içerisinde, başka bir yerden bir yardımın gelip bizi bizden kurtaracağına dair hiçbir ipucu yoktur.

Dünya, şu ana kadar yaşam barındırdığı bilinen tek gezegen. En azından yakın gelecekte, türümüzün göçebileceği başka hiçbir yer yok. Evet, ziyaret ediyoruz. Ama henüz yerleşemiyoruz. Beğensek de beğenmesek de, Dünya şu an için yaşadığımız yegâne yer. Gökbiliminin alçakgönüllü ve kişiliği geliştiren bir uğraşı olduğu söyleniyor. Bana kalırsa, insan kibrinin akıl dışılığını, küçük Dünyamızın uzaktan çekilmiş bu görüntüsünden daha iyi gösterebilecek bir şey yoktur. Bu görüntü, bildiğimiz tek evimiz olan bu soluk mavi noktayı daha içten paylaşmamız ve koruyup şefkat göstermemiz gerektiği konusundaki sorumluluğumuzun altını çiziyor.

Kaynak: Soluk Mavi Nokta / Carl Sagan

Şüphe Ejderhası


Dinine bağlı ve çok iyi bir annenin tam bir titizliği içinde geçen çocukluğum bende sarsılmaz bir din duygusu ve yıkılmaz bir ahlâk anlayışı oluşturmuştu. İyi bir öğrenim gördüm. Son derece zeki olduğumdan, bilgi noktasında arkadaşlarımdan üstün durumdaydım. Pek çok genç gibi, okuldan çıkar çıkmaz kitapları bir köşeye atmak yerine, bilgimi artırmaya çalışırdım. Az çok, her konuda fikir sahibi olmuştum. Arkadaşlarım gibi dinî ilimlerden yüz çevirmeyip, zahirî ve batını konularda bilgi sahibi oldum. İşte bu bilgi yığınının altında birgün kalbimin durumunu incelediğim zaman, acayip bir karmaşa içinde olduğunu hayretle gördüm.
Küfür ile iman, inkâr ile ikrar, tasdik ile şüphe arasında bir durumdaydım. Kalbimle inkâr ettiğimi aklımla, aklımla inkâr ettiğimi kalbimle kabul ediyordum. Kısacası, şüphe denilen ejdarha tüm bedenimi sarmıştı. Bir fikri ne kadar sağlam temeller üzerine kurarsam kurayım, şüphe ejderhası bir dokunuşta onu yerle bir ediyordu. Bari tam bir inkârla sabit bir noktada kalabilseydim. Ama ne gezer, inkâr başka şey, şüphe başka şey. Şüphe ejderhası doğru olan her fikrin düşmanıydı, ikrar olsun, inkâr olsun, kesin olan hiçbir şeyi kabul etmiyordu. Hayattaki sahneleri fikrin dış âleme bir yansıması olarak kabul edersek, ne müthiş bir azapta, ne dayanılmaz bir ateşte kaldığım anlaşılır. Herkes için normal olan şeyler bana başka türlü görünüyordu. Bu yüzden aşkta da, parada da şanssızdım. İnsanlardan kaçan biri olmuştum. Bu dayanılmaz durumdayken, birazcık rahatı, sarhoş olup kendimden geçmekte buluyordum. Sürekli içki içmekten bedenim mahvolmak üzereydi. Birgün bütün manevî gücümü kullanarak kendimi bu sersemlikten kurtardım. Şüphe ejderhasını öldürecek delilleri ele geçirmek ümidiyle araştırma ve inceleme yapmaya koyuldum. Yeniden, batını ilimlerle meşgul olan meşhur kimselere başvurmaya başladım. Aralarında çok erdemli insanlara rastladım. Ne çare ki onların sahip olduğu ilimler bence, ilkel insanların uydurduğu efsanelerden başka birşey değildi. İçine düştüğüm çıkmazdan kurtulmak için, bütün delillerimi çürütecek, var olduğu iddia edilen gerçekleri bana apaçık gösterecek biri gerekliydi. Böyle birisine rastlamadım.
Amak-ı Hayal - Filibeli Ahmet Hilmi

Biz de Mutlu Olacağız



Hele o dolunaylı gece! Belki böyle bir gece bir daha hiç olmayacak. O gece biz ikimiz, geç vakitlere kadar çalışmak için tarlada kaldık. Ay bütün görkemiyle doğup, uzakları sınırlayan dağın tepesini aşınca, gökyüzünün bütün yıldızları gözlerini açtılar. Bütün yıldızlar bize bakıyordu sanki. Biz, tarlanın kıyısında bir yerde, Suvankul'un beşmenti üzerine uzanmıştık. Ark kazılırken kenarına yığılmış yumuşak toprak bizim yastığımızdı ve yastıkların en yumuşağıydı. O gün orada geçirdiğimiz ilk gece oldu. Ondan sonra da hayatımız boyunca hiç ayrılmadık. Suvankul'un demir gibi ağır ve nasırlı elleri benim yüzümü, alnımı, saçlarımı okşarken yumuşacık gelirdi bana. Avuçlarında, kalbimin ateşli ve neşeli çarpışlarını duyar ve kulağına fısıldardım:
-Suvan, mutlu olacağız değil mi? 
Cevap verirdi: 
-Toprak ve su insanlar arasında eşit olarak paylaştırılınca, kendi tarlamız olunca, kendi tarlamızı sürüp eker, kendi ürünümüzü kaldırınca, biz de mutlu olacağız. İnsanın çok büyük bir mutluluğa ihtiyacı yoktur Tolgonay. Bir çiftçi için mutluluk, kendi tarlasını sürüp ekmek ve ürün almaktır.
Toprak Ana - Cengiz Aytmatov

Işık hızı geçilebilir mi?


"Yaşadığımız evrende hız sınırı ışık hızı mıdır?" sorusuna cevap niteliğinde bir video olmuş. İyi seyirler.

Basit bir varsayımda bulunalım. Elimizde işimizi görecek şekilde yüksek torka sahip bir motor olsun. Motorun ucuna da yeterli uzunlukta ( oldukça uzun ) bir çubuk bağlayalım. Motoru çalıştıralım. Sabit belli bir açısal hız değerine ulaştığında çubuktan belli bir uzaklık sonrasında çizgisel hız ışık hızını geçebilir mi? V=W*r Hipotezin cevabı!